Argentina Latente
Uykudaki Arjantin
Yön: Fernando E. Solanas
İlokokul, ortaokul sıralarındayken defalarca duymuşuzdur Türkiye'nin doğal kaynkalrı ile kendi kendine yeterliliğini, zenginliğini. Gerisi boşluktur. Fernando Solanas'ın Arjantin'deki ekonomik krizin yansımalşarını anlattığı üçlemesinin son filmi olan Uykudaki Arjantin de benzer verilerle Arjantin'in doğal kaynaklarnın, zenginliklerinin sayılması ile başlıyor; ve sonra yapılan iş gerisini doldurmak oluyor.
Gemi sanayi, uçak sanayi, fizik, uzay, bilim enstitüleri, fabrikalar; ülkenin önemli sanayi ve bilim kuruluşları bir bir geziliyor filmde. Hepsinin geçmişi, bugünü ve geleceği anlatılıyor. Var'dan nasıl "yok" elde edildiğini ama "yok"'un içinde de hala bir şeylerin "var" olduğunu görüyoruz. Arjantin Bağımsızlık Savaşı bir kelime ile başladı deniyor filmde. Ve tüm bu kuruluşların filme konuşan kişileri de aynı kelime üzerinde duruyor; "mümkün" kelimesi filmin eksenine oturuyor.
Yaşananlar bildik, tanıdık olaylar ama yaşayanlar, konuşanlar; onların çıkarımları, hayata bakışları, duruşları bizden çok farklı bir noktada. "Uykudaki Türkiye" ismiyle aynı konseptte bir film çekilmeye çalışılsa nasıl zorluklarla karşılaşılır kimbiilir. Konuşan kişiler nasıl kısır, sessiz, ikircikli kalırlar. Mutlaka ki onların da aralarında ülkemize ilişkin önemli çıkarımlarda bulunabilecek kişiler olacaktır ama en iyi ihtimalde bile "mümkün" kelimesini besleyecek bir kültürden yoksunluk kendini gösterecektir.
Filmde hemen her kuruluşa veya sektöre ilişkin sorularda basit, yapılmamasına normal bir açıklama getirilemeyecek durumlarla karşılaşılıyor. Dünyada "şundan" vazgeçsek "şu kadar" insan açlıktan kurtulur istatislikleri gibi denklemlerle karşılaşıyoruz. Konuşanlar bu denklermleri biliyor ve bu bilinçlilik de "mümkün"'ü o kişilerin gözünde mümkün kılıyor.
Gerçeğin izdüşümüne dayanan, yıkan ve yıkarken hem de yapan, sonu yeni bir insanın adımlarını başlatma niyeti taşıyan üçüncü sinema'yı anlatan Octavo Getino ile kaleme aldıı yazısında Solanas belgesel değerlerin altını çiziyor. Ona göre "belgeleyen, tanıklık eden, bir olayın gerçekliğini derinleştiren ya da bir olayı yalanlayan her görüntü, saf sanatsal gerçeğin filmsel görüntüsünden daha falasını içerir; sistemin hazmetmekte zorlandığı bir şeye dönüşür" . Belgesel film, insana ne izlediğini unutturmayan filmdir. Gerçeklerden yola çıkılsa dahi bir kurgu filmde, filmin rengi, kıvamı tutturulamadığında bir çok filmde yaşadığımız gibi olay örgüsünde tıkanıp kalırız. Filmi, film izlemeyi öğrendiğimiz şekilde; yani sorgusuz, edilgen izlemeye devam ederiz. Bir çok koşulda "ne olacak" sorusu "neden oldu" sorusunun yerini alır. Maç sonucu sorar gibi filmin sonunu sorarız. Elbet film sonları önemlidir ama söz, filmin tümünde geçirir rahim süresini. Ya en başta doğursak çocuğu?
Aynı metinde Üçünce Sinema sık sık "bize ait" bir sinema olarak nitelendirilir. Metinle yapılan , batıya ait olup içkinleştirilmiş ne varsa yapılan işe bulaşmamasının ve onun karşısına kendi özgün silahlarıyla çıkılmasnın formülleştirilmesidir. Ve elbet sosyalist bir formül olarak pratiğini de anlatır. Her ülkede özgün dağıtım kanalları olabilirliğinden bahsedilir, özgün çözümler üretilebileceğini anlatır. Üçüncü Sinema kültür-manipülasyon çağının anti-manipülasyonu ya da panzehiri olarak tanımlanabilir.
Uykudaki Arjantin'de filme konuşan kişilerden biri filmin sonlarına doğru, kuruluşlar bir bir gezildikten sonra disiplinler arasını anlatır. 2+2 = 100'dür der. Dsiplinler arası budur der ve ülkenin yeniden inşasının yolunu buradan çizer. Bu formülü sanata uyarlarsak; sinema herhangi bir 2'dir ve 100'ü anlatması için yalnızca el kaldırması yetecek olan yetenekli ama cesareti meçhul bir 2'dir diyebiliriz. Neyin panzehiri olacağı ise kamerayı elinde tutanın "biz"'e ilişkin tanımında gizlidir.
8MAYIS 2008