30 Kasım 2009 Pazartesi

24 Kasım 2009 Salı

Kent



Köpekler biliyor. Onlara konuşmaları için dil, görmeleri için lens verilmeden çok önceleri de biliyorlardı. Onlar bu yolu, insanların yaptığı kadar hızlı kat edemediler... çünkü onlar ahlaksız ve şüpheci değildi. Duydukları vesezdikleri şeylere inanırlardı. Arzularına kapılıp da batıl inancı bir düşünce şekli olarak, görülmeyene karşı bir kalkan olarak benimsemedi onlar.

Kent/ Clifford D. Simak

28 Eylül 2009 Pazartesi

Att fly är livet, Att dröja döden



Låt den rätte komma in / Let The Right One in
Yön: Tomas Alfredson

Siyah bir kare ve sağdan ekrana akarak, aktıkça siyahı açarak yağan kar...

Sarışın bir okul çocuğu; sanki hep sırtında çantasıyla geziyor; sanki evin içinde bile. Bir üçlü okul çetesi tarafından sürekli rahatsız ediliyor. Güç; en korktuğu ve en öykündüğü...

Çocuk her akşam dışarı çıkıyor. Apartmanın karlı bahçesinde oyalanıyor. Dışarıda hep, oturmuş bir kar; ve bir kafede toplanmış orta yaşlı insanlar. Silikler, soluklar; ve bu içeri tıkılmış insanlarıyla hep sessiz, hep beyaz sokaklar...

Ve apatmanın bahçesinde kızla tanışıyor çocuk. Kız üşümüyor, kız garip kokuyor. Oyuncağını veriyor çocuk; çocuğun ağzı yüzünden daha çocuk...

Kız kanla yaşıyor. Kızın sesi kalın. Kızın içinde kanı yüz yaşında bir kadın. O kadını yaşatmak zorunda kız; beslemek zorunda; ve yalnız kanla...

Herkes öldürmek ister. Sevmediği bir kişiyi gırtlaklamak, kesmek... Herkes, karşısında acizlik ister. Ve bir çocuk, düşünceleriyle yollar çizdiğini bilmeyen bir çocuk, bir katilden daha kolay adam öldürebilir. Düşünürken bir anda yapar. Ve ilk kez karşılaştıklarında ölüm, çocuğun elini kanla sıkar...

Çocuk diğer çocuğa sertçe vurur...
Çocuk, kızı öldürmekle suçlar...
Kan kötü bir yiyecektir; intikamdan kötü bir yiyecek değildir...

Herkes sevmek, sevilmek ister. Hayata en uzak olanımız, hayata en bulanmış olanımız...

Çocuk kıza sarılır...
Kız çocuğun yatağına girer...
Çıplaklık basittir, çok basittir...

En kötüsüne hazırsan çocuk; aşk senindir. Onu, o susuz sonsuzluğunun eşiğinde bekletme. İçeri girmesine izin ver. Kalıp ölmeyi düşünebiliyorsa, sen onla gidip ölmeyi göze al. Ardında kalanlardan vazgeç; bırakacağın geleceği reddet. Yazısını, yazın yap...

Att fly är livet, att Dröja döden... *

Birlikte çıkılan yol; sona varamadan da varolan an; ve hikayeyi yazan kan...

24.09.2009


* Ya uçup giderek yaşayacağım, ya kalıp öleceğim.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Devrim Nedir?


Fotoğraf: Kalon Esder


Lafı dolandırmadan soralım: Devrim Nedir?

Bazıları 14. Louis'nin sözünü değiştirip bize sunacaklar: Devrim biziz! Bazıları takvime bakıp size bir ay ve bir gün söyleyecekler; daha başkaları ise işin alfabesini anlatmaya kalkacaklar. Ama eğer alfabeyi geçip de hecelere gelmişsek, cevap şöyle olacaktır:

İki ölü, karanlık yıldız kulakları sağır eden bir patırtıyla çarpışır, yeni bir yıldız yaratırlar: Devrim budur. Bir molekül yörüngesinden fırlayarak komşu atomların evrenine girer ve yeni bir kimyasal element doğurur: Devrim budur. Lobaşevski tek bir kitapla bin yıllık Eukleides evreninin duvarlarını çatlatır ve sayısız Eukleides dışı uzayın yolunu açar: Dervrim budur.

Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur. Toplumsal devrim sınırsız sayıdaki sayılardan yalnızca biridir; devrim yasası toplumsal bir yasa değil,çok daha büyük bir yasadır. Kozmik, evrensel bir yasadır - tıpkı enerjinin sakınımı ve enerjinin dağılıp kaybolması ( entropi ) yasaları gibi...

... Devrim yasası kızıldır, ateşlidir, ölümcüldür; ancak bu ölüm yeni yaşamın, yeni bir yıldızın doğması anlamına gelir. Entropi yasası ise buz mavisidir; gezegenler arasındaki soğuk sonsuzluklar gibi. Alev,kırmızdan düzenli, ılık bir pembeye döner;artık ölümcül değil, rahattır. Güneş, yaşlanıp bir gezegen olur;üzerine otoyollar,dükkanlar, yataklar, fahişeler ve zindanlar yerleşir: Yasa bu. Ve eğer gezegen gençliğine geri dödürülecekse ateşe verilmeli, evrimin arızasız yolundan çıkarılmalıdır: Yasa bu.

YEVGENİ ZAMYATİN
Edebiyat, Devrim, Entropi ve Başka Meseleler
( Bülent Somay'ın Geriye Kalan Devrimdir isimli kitabının girişinden alıntılanmıştır )

Bir Dilsiz Hikaye

Fragman:


Bir Dilsiz Hikaye (Fragman) from Erdem Şimşek on Vimeo.


Film:


Bir Dilsiz Hikaye from Erdem Şimşek on Vimeo.



Bir Dilsiz Hikaye

Her şeyin sessiz olduğu bir ilçede adam, yolun sesini dinler hep. İç sıkıntısını yola dökmek ister. Ve düştüğü yolun sonunda daha büyük bir enginlik ararken, daha kıstırılmış bir zamana düşer. Öyle ki, artık, bir nefes almak için kapıları iter...


Yapım Tarihi: Eylül 2009
Süre: 18’23’’

Oyuncu: Ersan Kaya
Müzik: Nine Inch Nails
Yönetmen: Erdem Şimşek

KATILDIĞI FESTİVALLER:

2.El Kısa Film Festivali (2010)

9 Haziran 2009 Salı

22 Mayıs 2009 Cuma

İşiyle Başbaşa


Fotoğraf: Ralph Gibson

İlk kez liseye giderken bir dergide rastladığım ve hep çok sevdiğim, hayalkırıklığını, yalın, ıssız, karanlık bir dille anlatan yunan şair Yannis Ritsos'un şiiri;

İŞİYLE BAŞBAŞA

Bütün gece, çılgın gibi, acımadan mahmuzlayarak sağrısını
dörtnala sürdü atını. Bekliyorlar diyordu; kuşkusuz
işi aceleydi. Gün doğarken vardığında,
kimseler beklemiyordu, bekleyen kimse yoktu. Dört bir
yanına baktı-
kapılar sürgülü, evler ıpıssız, herkes uykudaydı.
Yanı başında atının solumasını duydu-
ağzı köpük içinde, kaburgaları ezik, sağrısı soyulmuş.
Atının boynuna sarılıp ağlamaya başladı.
Hayvanın iri, karanlık, ölüme yakın gözleri
uzak, yağmur yağan bir ülkede, yapayalnız iki kuleydi

YANNIS RITSOS

7 Mayıs 2009 Perşembe

Lharissa


yazmakta olduğum ve bir türlü bitiremediğim öykümden bir kesit;

… artık bulduğu yolu izliyor lharissa. şimdi izler daha kolay okunuyor. bir doğrunun üzerinde ilerliyor; ve o izlerin sonunda musa’nın karanlıklara yutulmuş zihninden ilk kez bir rüya doğuyor. karanlık bir gecede bir sokakta görüyor kendisini. evine dönmeli ama her yer çok karanlık, hiç bir pencerede, hiç bir sokak lambasında ışık yok. yalnızca uyuan karanlık siluetler görüyor; uykularında ağır ağır soluyan iri köpeklerin nefeslerini duyuyor. sokağın her yerinde onlar var. ahırlarındaki inekler gibi yatmış hepsi. olduğu yerden hiç bir yere gidemiyor musa.. çok uzakta bir apartmanın ışığının yandığını görüyor; sarı bir ışık; sıcak bir oda; bir odada olmayı özlüyor o anda musa, ve gecenin pencereden içeri esmesini, bir bardak kahveyi, müziği… pencerede birisi beliriyor; bir kız bu; kırmızı bir kazak var üzerinde. sehere benziyor. seherin yanında olmayı özlüyor bu kez musa. en çok nefesini özlüyor ve hep sıkı tutan ellerini. kız gökyüzüne bakıyor şimdi. sol elini uzatıp kısa kısa siyah ipler salıyor gökyüzüne, sağ elinde bir makas var. birden arkasında bir homurtu duyuyor musa, daha sesli solumaya başlıyor bir kaç kopek. yaklaştıklarını hissediyor, nefeslerini hissediyor; bir sessizlik, kapıyor musa gözlerini. kesik kesik hırlamalar duyuyor ensesinde. ölümünü bekliyor, bekliyor, bekliyor; ama gelmiyor ölüm. sesler çekiliyor, uzaklaştıklarını hissediyor musa. yavaşça açıyor gözlerini. karanlık gökyüzündeki ayı görüyor. bir insanın hayatta görebileceği en güzel şeyin ay olduğunu düşünüyor bir an. bir sonraki an, gökyüzü dalgalanıyor, karanlık sularla çevriliyor ay ve bulanıklaşan her şeyin ortasında tek, net, sekmeyen bir kelime duyuyor; UYAN. uyanıyor musa; karşısında lharissa; ayın saklı güzelliğini gördüğünü hissediyor o anda; biliyordum diyor, biliyordum…

11 Nisan 2009 Cumartesi

Küçük Kareler


Küçük Kareler from Erdem Şimşek on Vimeo.


Küçük Kareler

Her gün daha fazlasına zorlanan çocuklar ve apartmanlarla okulları arasına sıkışmış hayatları... Mutlu olmayı haketmek için önce ödevler mi bitmeli? Gündüzü, güneşi hep kaçırmıyorlar mı sırtlarına yüklediklerimiz yüzünden ? Bu film bu soruların peşinden gitti, yazılı bir senaryo olmadan ve ikinci bölümü tamamen müdehalesiz çekildi.


Oyuncular: Eda Ceren Çakmak,Çiğdem Çakmak
Yapım Tarihi: Nisan 2009
Süre: 11'10''
Senaryo ve Yönetmen: Erdem Şimşek


KATILDIĞI FESTİVALLER:

III. Diyarbakır Uluslararası Film Günleri

23 Mart 2009 Pazartesi

Lacivert: Köprüden Önce Son Çıkış

Fragman:


Lacivert: Köprüden Önce Son Çıkış (Fragman) from Erdem Şimşek on Vimeo.

Film:



Lacivert: Köprüden Önce Son Çıkış from Erdem Şimşek on Vimeo.


Lacivert: Köprüden Önce Son Çıkış

Gündeliğin, zamanın, hep olan ve yeniden olan şeylerin içinde sürüklenirken, zamanın farklı işleyeceği başka bir hayata özlem duyan bir adam o hayata doğru gitmek ister. Ama o modern insandır, üzerinde ağır kıyafetleri vardır...


Oyuncu: Erdem Şimşek
Ekip: Emrah Gülenç, Ersan Kaya, Erdem Şimşek
Yapım Tarihi: Mart 2009
Süre: 13'55
Senaryo ve Yönetmen: Erdem Şimşek

KATILDIĞI FESTİVALLER

Bursa 3. İnSanat Kısa Film Günleri
7. PAM Kısa Film Festivali

28 Şubat 2009 Cumartesi

ALICE, PHIL VE BEN




Alice in den Stadten
Alice Kentlerde
Yön: Wim Wenders

En basit ifadeyle bir yolculuk filmi Alice Kentlerde. İfadeyi açarsak; kayıp bir karakter olan Phil Winter’ın hiçde kolay olmayan kendine, yaşama, gerçeğe yüzünü dönüşünü ve annesinin ortada bıraktığı Alice’in bu mutsuzluk içinde, bulanık çocukluk anılarından bir eve dönüş yolu çizmesini anlatan; ve aslında iki karakterin hikayesini,iki karakter arasındaki uzaklık yakınlık ilişkisi üzerinden işleyen üçüncü bir hikayeyle birleştiren; içe, dışa, yuvaya her anlamda yolculuğu işleyen bir film Alice Kentlerde.

Oyunculuklar için de, filmin tamamı için de sürekli dilime gelen kelimeler; doğal ve yalın. Bir arayışın anlatımı da doğal ve yalın ve bir yolculuğun ritminde olunca o arayış bir şiire dönüşüyor. Evet, bu baştan aşağı bir övgü yazısı. Çünkü Alice Kentlerde, ulaşılması zor bir noktada duruyor. İddiasız, vurgusuz bir anlatımla iddiasız, vurgusuz ama kelimelerinin içinden çıkmak istemediğiniz şiirlerin, öykülerin tadını veriyor.

Kendime ve çevreme sürekli söylediğim bir şey vardı.Siyah beyaz film izlemekte zorlanıyorum diyordum. Filmde oynayan oyuncuların çoktan ölmüş ya da yaşlanmış olmaları beni rahatsız ediyor diyordum. Wim Wenders’ın daha önce izlediğim filmi Zamanın Akışında bir istisnaydı. Tarkovski’nin Ivan’ın Çocukluğu ve Bergman’ın Utanç’ı da diğer istisnalardı. Son olarak Alice Kentlerde bu filmlere eklendi ve hepsine bir açıklamaymış gibi izledim filmi.

Eski filmler beni rahatsız etmeye devam edecek, ancak artık sorunun yalnızca zamana dair kaygılarım olmadığını biliyorum. İstisna olarak öne sürdüğüm filmlerin ortak bir noktası var; o da anlatımlarındaki farklılıklara karşın insani olanı en doğal, yalın haliyle ortaya koymaları.

Özellikle, eski filmlerinde bunu iyi başaran Wim Wenders, bana film çekmenin de bir yolculuk olduğunu ve dış mekanın sürprizlere daha gebe ve seyir keyfini arttıran bir öğe olduğunu hatırlatıyor.

Örneğin bu filmde, bir sahnede yolda giden arabayı bisikletiyle kaldırımdan takip eden bir çocuk var. Muhtemelen o çocuk, çekim sırasında arabadaki kameraya bakıyor ama film içinde sanki yabancı bir arabayı merakla takip eden bir çocuk gibi duruyor. Biz de arabadan keyifle seyrediyoruz çocuğu.

Filmin en sevdiğim sahnesi ise küçük kızın ağlamak için gittiği tuvalette adamın, kızın büyükannesi hangi şehirde olabilirinin cevabını almak için tek tek saydığı sahne. Yine doğal, basit ve güzel.

Filmde, adamın kıza karşı Türk filmlerindeki gibi, hemen a canım, a cicim olmayıp, yer yer mesafeli davranması bir tek gülüşü bile daha değerli hale getirmiş. Aynı durum Zamanın Akışında isimli filminde de mevcut. İki adam başta birbirlerine mesafeliler ama film ilerledikçe bu mesafe de yavaş yavaş kalkıyor.Burada da esas olan paylaşım. Yolculuğun paylaşılması ya da yolculukta paylaşılanlar.

Ve seyirci olarak biz de bu paylaşımın ortağı oluyoruz. Bizim de karakterlerle mesafemiz daralıyor. Belki de Alice Kentlerde filminin tadı burada saklı. Bu yolculuğa dahil olmakta. Bırakmak zorunda kaldığımız Alice saatler sonra bıraktığımız yerde arabaya bindiğinde ve adamın da özlemiş gibi sevinmesinde.

Bir ifademi daha açıklıyor bu film. Hikaye tadında film deyip duruyordum. İşte şimdi budur diyorum. O sakız ifadeyi kullanıyorum; budur. Alice ve Phil’in hikayesi içinde bir kitap okurkenki kadar varolabildiğim için; budur diyorum.
26.02.2009