Şehir Tiyatroları'nın seyirciyle buluşturduğu Kerbela, kanla beslenen insanlığın çölleşen dünyasında kurusa da yaşayan o ağacın hikayesini anlatıyor
Erdem Şimşek
Yaşanılan her şey zamanla bir hikayeye dönüşür. Gerçek, bir anlatı içine yerleşir. Bu, onun her zaman bozulması anlamına gelmez. Bazen o, gerçeğin içinde derin bir acı vardır. O acı, o kadar keskin bir öze dönüşmüştür ki, istese de sönemez, uçup kaybolamaz. Varlık bulmak için bir hikayenin içine yerleşir. Anlatılır, anlatılır, anlatılır… Gerçek belki değişmiştir ama özündeki acı, anlatıldıkça aynı keskinlikle içeride sancır. Gözyaşları akar her defasında; yeniden, bitimsiz… Hikayelerin her kültürde önemli bir yeri vardır. Ancak sözün, anlatının, kitapta yazılı olandan daha önde olduğu Alevi kültüründe hikayeler, inancın da temellerini oluşturur. Kerbela, ne yalnızca bir olay ne yalnızca bir hikayedir. Hasan’ın Kerbela’daki ağaç için Hüseyin’e söylediği gibi “Kökleri çok derindedir”. Onlar için Kerbela, Ahmed Arif’in “Tanı bunları, tanı da büyü” dediğidir. İnsanın insana ettiği, bu dünyanın tarihini oluşturur.
Ağır bir yumruk
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, bu sezon Kerbela’yı seyirciyle buluştururuyor. Ali Berktay’ın yazdığı ve Ayşe Emel Mesci’nin yazdığı oyun, ağır sahnelerle açılıyor. Turnalar dönüyor, hikayenin ilk sözleri anlatılıyor, Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından Hasan ve Hüseyin’in yollarının ayrımı anlatılıyor. Ağır sahnelerle ilerlerken, hiç beklemediğiniz şekilde daha ağır bir sahne tarafından vuruluyorsunuz. Bu ağır, yumruk yediren bir ters köşe. Hz. Ali’nin, oğulları tarafından uğurlanışı, yaratılan görsel efektle ürkütücü ve vurucu bir biçim alıyor.
Üç kadın bir ağaç
Muaviye’nin ölümünün ardından hilafetin oğlu Yezid’e geçmesiyle Kerbela’nın kanlı yolu açılıyor. Hz. Fatma’nın oğlu Hüseyin’in düşüne girdiği sahne, ikinci güçlü mistik etkiyi yaratıyor. Hüseyin’in karanlık kuyularda yaşadığı çıkışsızlığı ve bir annenin öte taraftan oğluna “Gitme diyemem, kal da diyemem” dediği sesi, içimizin duvarlarında titriyor. 2. perdenin başlamasıyla rayına daha çok oturan oyun özellikle akılcı geçişleri, başarılı sahne ve ışık tasarımıyla dikkat çekiyor. Kerbela’daki ağacı, üç oyuncu bedenleriyle oluşturuyor. Bir eğiyorlar dallarını, bir ayağa kalkıyorlar. Ağacı canlı kılarak yarattıkları etki, herhangi bir dekorun yaratacağından çok daha fazla. Koro şeklinde şöylenen şarkılar da bazen kelimeler zor seçilse de, seslerin kullanımı da oldukça başarılı. Sahnelerin ve hikayenin nasıl tasarlandığını izlemek keyif veriyor.
‘Onlar bize çıplak görünürler’
Elbet, bu zor ve ağır bir hikaye. Susuzluğa olduğu kadar adaletsizliğe de mahkum edilenlerin hikayesi. Oyunda bu karanlık ağlarla örülü dünyaya karşı söylenen sözler zaman zaman alkış alıyor. Muaviye’nin ya da Yezid’in suretinde bugünün iktidarının yüzlerini görmek herhaldeki bizim sorunumuz değil. Hüseyin’in devlet erkanı için “Onlar bize çıplak görünürler” demesi gibi, biz de bu kostümlerin, rollerin altında yüzyıllardır yaşayarak bugüne kadar ulaşanları görebiliyoruz. Bir öze dönüşen acı, sonsuza kadar o öze susayan karanlık… Anlatılan insanlığın sonsuz hikayesi…
- 12 Nisan 2014 tarihinde Yurt Gazetesi'nde yayınlanmıştır
Erdem Şimşek
Yaşanılan her şey zamanla bir hikayeye dönüşür. Gerçek, bir anlatı içine yerleşir. Bu, onun her zaman bozulması anlamına gelmez. Bazen o, gerçeğin içinde derin bir acı vardır. O acı, o kadar keskin bir öze dönüşmüştür ki, istese de sönemez, uçup kaybolamaz. Varlık bulmak için bir hikayenin içine yerleşir. Anlatılır, anlatılır, anlatılır… Gerçek belki değişmiştir ama özündeki acı, anlatıldıkça aynı keskinlikle içeride sancır. Gözyaşları akar her defasında; yeniden, bitimsiz… Hikayelerin her kültürde önemli bir yeri vardır. Ancak sözün, anlatının, kitapta yazılı olandan daha önde olduğu Alevi kültüründe hikayeler, inancın da temellerini oluşturur. Kerbela, ne yalnızca bir olay ne yalnızca bir hikayedir. Hasan’ın Kerbela’daki ağaç için Hüseyin’e söylediği gibi “Kökleri çok derindedir”. Onlar için Kerbela, Ahmed Arif’in “Tanı bunları, tanı da büyü” dediğidir. İnsanın insana ettiği, bu dünyanın tarihini oluşturur.
Ağır bir yumruk
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, bu sezon Kerbela’yı seyirciyle buluştururuyor. Ali Berktay’ın yazdığı ve Ayşe Emel Mesci’nin yazdığı oyun, ağır sahnelerle açılıyor. Turnalar dönüyor, hikayenin ilk sözleri anlatılıyor, Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından Hasan ve Hüseyin’in yollarının ayrımı anlatılıyor. Ağır sahnelerle ilerlerken, hiç beklemediğiniz şekilde daha ağır bir sahne tarafından vuruluyorsunuz. Bu ağır, yumruk yediren bir ters köşe. Hz. Ali’nin, oğulları tarafından uğurlanışı, yaratılan görsel efektle ürkütücü ve vurucu bir biçim alıyor.
Üç kadın bir ağaç
Muaviye’nin ölümünün ardından hilafetin oğlu Yezid’e geçmesiyle Kerbela’nın kanlı yolu açılıyor. Hz. Fatma’nın oğlu Hüseyin’in düşüne girdiği sahne, ikinci güçlü mistik etkiyi yaratıyor. Hüseyin’in karanlık kuyularda yaşadığı çıkışsızlığı ve bir annenin öte taraftan oğluna “Gitme diyemem, kal da diyemem” dediği sesi, içimizin duvarlarında titriyor. 2. perdenin başlamasıyla rayına daha çok oturan oyun özellikle akılcı geçişleri, başarılı sahne ve ışık tasarımıyla dikkat çekiyor. Kerbela’daki ağacı, üç oyuncu bedenleriyle oluşturuyor. Bir eğiyorlar dallarını, bir ayağa kalkıyorlar. Ağacı canlı kılarak yarattıkları etki, herhangi bir dekorun yaratacağından çok daha fazla. Koro şeklinde şöylenen şarkılar da bazen kelimeler zor seçilse de, seslerin kullanımı da oldukça başarılı. Sahnelerin ve hikayenin nasıl tasarlandığını izlemek keyif veriyor.
‘Onlar bize çıplak görünürler’
Elbet, bu zor ve ağır bir hikaye. Susuzluğa olduğu kadar adaletsizliğe de mahkum edilenlerin hikayesi. Oyunda bu karanlık ağlarla örülü dünyaya karşı söylenen sözler zaman zaman alkış alıyor. Muaviye’nin ya da Yezid’in suretinde bugünün iktidarının yüzlerini görmek herhaldeki bizim sorunumuz değil. Hüseyin’in devlet erkanı için “Onlar bize çıplak görünürler” demesi gibi, biz de bu kostümlerin, rollerin altında yüzyıllardır yaşayarak bugüne kadar ulaşanları görebiliyoruz. Bir öze dönüşen acı, sonsuza kadar o öze susayan karanlık… Anlatılan insanlığın sonsuz hikayesi…
- 12 Nisan 2014 tarihinde Yurt Gazetesi'nde yayınlanmıştır
0 yorum:
Yorum Gönder